Reklam

Platonik aşkın tıptaki karşılığı Erotomani ve çözümü

Neredeyse modern psikiyatri tarihinin başlangıcından beri aşk patolojileriyle ilgilenilmesine rağmen, hemen tüm insanların gündelik yaşamlarında çok önemli olan aşk, arzu, istek gibi kavramlar ve onların psikopatolojik görünümleri, günümüzün betimleyici psikiyatrisinde yer bulabilmeleri çok zordur. Bugün betimleyici psikiyatride, insanların aşk ilişkilerinde ortaya çıkan psikopatolojik görünümlere, çok basit olarak sanrısal bozuklukların erotomanik alt-tipinde ve ilişki sorunları arasında yer verilmektedir.

Bu yazıda, Hegelci felsefenin insan arzusu anlayışından ve ilişki merkezli psikodinamik yaklaşımlardan yararlanarak, betimleyici psikiyatri içinde yeterince ele alınamayan, başkasına yönelik arzunun karşılıksız kalması halinde ortaya çıkan durumları, normalden en patolojik olana doğru bir spektrum içinde ele alma fırsatı veren karşılıksız aşk sendromu kavramını ileri süreceğiz.
Karşılıksız aşk sendromu
Karşılıksız aşk sendromu bir spektrum bozukluğudur. Arzusu umduğu düzeyde karşılık bulmayan, reddedilen ya da reddedildiğini düşünen kişinin spektrumun neresinde yer alacağı, sağlıklı bir kendilik organizasyonu gösterip göstermemesine, nesne ilişkileri bakımından sergilediği performansa ve kullandığı savunma düzeneklerine bağlıdır. Bu makale, yazarın konuyla ilgili literatürü araştırması ve kendi klinik deneyiminin sonucunda ortaya çıkmıştır.

Anahtar kavramlar: Aşk patolojileri, erotomani, karşılıksız aşk.
Bugün betimleyici psikiyatride, insanların birbirleriyle duygusal ilişkilerinde ortaya çıkan birincil psikopatolojik görünümlere yalnızca ilişki bozukluğu ve sanrısal bozuklukların erotomanik tipi içerisinde yer verilmektedir. İlişki bozukluğu başlığı altında romantik ilişkilerin ne zaman klinik ilgi odağı haline geleceğiyle ilgili hiçbir ölçüt belirlenmezken, erotomanik tip sanrısal bozukluk ise yalnızca genellikle daha yüksek bir konumu olan başka bir kişinin kendine aşık olduğuna ilişkin sanrıları kapsamaktadır.

Tek başına bir fenomen olarak ele alındığında bile oldukça tartışmalı olan, etiyolojisinden (Raskin ve Sullivan 1974; Hallender ve Callahan 1975; Seeman 1978) klinik görünümüne (Pearl 1972; Rudden ve ark 1980; Taylor ve ark 1983; Ellis ve Mellshop 1985) tanı ölçütlerinden ve seyrinden (Raskin ve Sullivan 1974; Hallender ve Callahan 1975; Seeman 1978; Ellis ve Mellshop 1985; Evans ve ark 1982; Jordan ve Howe 1980) tedavisine (Hallender ve Callahan 1975; Jordan ve Howe 1980; Rudden ve ark 1980; Taylor ve ark 1983; Ellis ve Mellshop 1985; Stien 1986) birçok farklı görüş ileri sürülen birincil erotomani konusunda son zamanlarda birçok yeni toparlayıcı projeler ileri sürülmektedir (Meloy 1989; Rudden ve ark 1990; Segal 1993; Mullen ve Pathe 1994). Yaşanan olayların da zorlamasıyla konuya adli psikiyatri açısından hukuksal çözümler bulmaya çalışılmaktadır (Perez 1993; Meloy ve Gothard 1995). Ama birincil erotomani konusunda henüz yeterli bir çerçeveye bile sahip olmadığımız kabul edilmektedir. İlişki bozukluğunun romantik biçimlerinin neler oldukları konusunda ise, genellikle psikodinamik yaklaşımla yapılan uygulamalardan edinilen gözlemler ve kavramlaştırma girişimleri (Kernberg 1995) dışında, yeterince fikir sahibi değiliz. Oysa aşk diye anlatılan yaşantının böylesine kolayca ele alınamayacağını, onun en olağan seyrinde bile kimi zaman psikolojik destek ve yardım olmaksızın sürdürülemeyecek kadar zorluklarla dolu olduğunu tüm klinisyenler bilmektedir. Kaldı ki aşk patolojileri, böyle birincil görünümlerinin yanısıra, ruhsal rahatsızlıkların seyri sırasında ikincil olarak da sıkça ortaya çıkabilirler.
kaynak 

Kaygılı - kararsız bağlanma stiline sahip bireyler, çoğunlukla, eşlerine onların olduğundan daha fazla oranda yakınlaşma ihtiyacındadırlar, bununla birlikte, eşlerini de kendilerine yeterince yakın olmamakla suçlarlar.

Terkedilme korkusu bu bağlanma stilinin en belirgin özelliklerindendir. İlişkileri, derin bir biçimde yaşanmakla birlikte kısa sürelidir, bir kayıp sonrası (ayrılma, terkedilme ya da ölüm) yoğun bir acı duyarlar, kendilerine duydukları saygı değişkenlik gösterir, cinsel birleşmeden ziyade sarılıp uyuma tarzında bir cinsel yaşam yönelimi gösterirler, sosyal ilişkilerinde kaçınan bireylerdeki kadar yüksek olmamakla birlikte reddedilme kaygısı duyarlar, romantik ilişkilerinde kıskançlık ve güvensizlik gösterirler, kişilerarası ilişkilerde yoğun bir öfke yaşarlar, ayrılık ve ölüm korkusu baskındır.
Romantik ilişkinin güvenliği konusunda aşırı kaygılıdırlar, yoğun bir biçimde eşlerine (partner) odaklıdırlar, eşlerini kontrol etmeye yönelik davranışlarda bulunurlar ve ilişkinin sona ermesine karşı aşırı duyarlıdırlar (hypervigilant). Bu bağlanma stili, ilişki içerisinde duygusal iniş çıkışlarla belirgindir. Uzun süreli ilişkilerin de bile kendilerini ilişki içerisinde vareden nedenleri bilememekte, o ilişkide olmanın kazandırdığı faktörleri ya da doyum sağlattığı gereksinimleri tanımlamakta da güçlük çekmektedirler. “İlk görüşte aşk” türü deneyimlere eğilimlidirler, eşlerini idealize ederler, ilişkilerinde yoğun kıskançlık yaşarlar ve ilişki süreci boyunca olumlu duygulanımlardan ziyade olumsuz duygulanım yaşamaya daha eğilimlidirler.